27 Mart 2010 Cumartesi

Gen Tedavisi ile Kör Gözler Görmeye Başladı


Bölümümüzde yapılan araştırmaların sunulduğu ve yılda bir gerçekleştirdiğimiz araştırma günlerinden biriydi dün . Her yıl olduğu gibi bu yıl da araştırmaları ile dünya bilimine katkı yapmış bilim adamlarından birini özel konuşmacı olarak davet etmiştik. Bölümümüzün araştırma kurulu üyesi olarak araştırma gününün organizasyonunda ve yürütülmesinde görevliydim. Görevlerimden biri de konuşmacıları tanıtmak ve sunumların ayrılan zaman içerisinde tamamlanmasını sağlamaktı. Diğer yıllarda olduğu gibi bu yıl da verilen zaman içerisinde sunumunu tamamlayan pek olmadı ve konuşmacılara zamanı hatırlatmam gerekti. Bilim insanları kendi araştırmalarını anlatırken adeta her şeyi unuturlar. Elde ettikleri verileri heyecanla anlatırlar ve bu diğer araştırmacılar için esin kaynağıdır.

Bu yıl özel davetlimiz gen tedavisinde elde edilen ilk başarılardan birine imzasını atmış olan Pennsylvania üniversitesinden Katherine High’dı. Minyon tipli, yumuşak sesli, ama otoriter tavırları dikkati çeken High hem hemofili hem de çocuklukta başlayan ve giderek kötüleşerek ileri yaşlarda körlüğe neden olan iki hastalık üzerindeki gen tedavi çalışmalarını anlattı. Konferansı bir hafta öncesinden, fakültenin değişik noktalarına yerleştirilmiş ve o gün gerçekleşen seminerleri gösteren LCD ekranlarından ilan etmiştik. Salon tıklım tıklımdı. Dinleyiciler merdivenler de dahil solondaki her boşluğu doldurdular. Hatta bir kısmı salonun ön tarafında, halı döşeli zeminde oturmak durumunda kaldılar. Katılım, organize komitesi olarak bizleri mutlu etti.

Özellikle 1999 yılında 18 yaşındaki Jesse Gelsinger’in gen tedavisi denemesinde yaşamını kaybetmesinin ardından gen tedavi alanı uzun bir süre durgunluk yaşadı. Son yıllarda elde edilen başarılar gen tedavi çalışmalarının yeniden canlanmasını sağladı. İlk olarak kör olan köpeklerde denendiğinde onların görmesini sağlayan gen tedavi metodu daha sonra kör olan birkaç çocuğun da görmesini sağlayınca gen tedavisinin gerçekten çalıştığı ve geleceğin tıbbının bir parçası olacağı yeniden kanıtlamış oldu. TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi için Katherine High’in çalışmalarını da içeren ve son yıllarda sayıları giderek artan gen tedavisi başarı hikayelerini anlatan bir makale yazmayı ve bu gelişmeleri siz okuyucularıma ulaştırmayı planlıyorum.

Gen tedavisi konusundaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı “yorum” kısmında paylaşırsanız sevinirim.

16 Mart 2010 Salı

Parmak Uçlarınızdaki Bakteriler Parmak İziniz Gibi Sizi Belirliyor


Uzun bir süredir derimizde çok sayıda farklı bakterinin yaşadığını biliyorduk ama bu bakterilerin kişiye özel bir bileşim sergiledikleri Colorado Üniversitesinden bir grup bilim insanının yaptığı çalışma ile şu yüzüne çıktı.
İnsan cildinde 10’larca çeşit bakteri bulunuyor ve bu bakteriler değişik bakteri türlerinden oluşan topluluklar halinde yaşıyorlar. Bu bakteriler insanlara hiçbir zarar vermeden yaşamlarına devam edip gidiyorlar. Yapılan son çalışmalar bu bakteri topluluklarının kompozisyonunun kişiye göre değiştiğini gösterdi. Noah Fierer önderliğinde Colorado üniversitesinde yapılan bir çalışmada bilgisayar mausları üzerinden numune alınarak DNA izole edildi ve DNA analizinden hangi bakterilerin bulunduğu belirlendi. Çalışma her bir insanın parmaklarında farklı bir bakteri topluluğunun yaşadığını gösterdi.
Şimdiye kadar suçluların belirlenmesinde hep insan DNA’sı kullanılıyordu. Bu sonuçlar bakterilerin de dedektiflikte kullanılabileceğini gösteriyor. Çünkü araştırmacılar kullanıcı ayrıldıktan iki hafta sonra bile bilgisayarlarının mausu üzerinden örnek alıp o kişiye ait bakteri analizini başarı ile gerçekleştirdiler. Bu başarıya rağmen çalışmayı yapan bilim insanları metodun mahkeme salonlarında kullanılmaya başlaması için henüz erken olduğunu bildiriyorlar.

6 Mart 2010 Cumartesi

Kimin Daha Hızlı Yaşlanacağının DNA'daki Sırrı


Leichester Üniversitesi Kardiyovasküler Bilimler Bölümü’nden bir grup bilim insanın önderliğinde İngiliz ve Hollanda’lı bilim insanlarından oluşan bir ekip, yüzlerce kişi üzerinde yaptıkları araştırmaları sonucu belli DNA dizilimine sahip olan insanların ortalamaya göre daha hızlı yaşlandıklarını buldular.
Herbir hücremizin çekirdeğinde bulunan ve özelliklerimizi belirleyen genetik materyalimiz 23 çift, yanı 46 kromozomdan oluşur. Herbir kromozomun uç kısımlarında “telomer” adını verdiğimiz dizilimler yer alır. Bilim insanları daha önce telomer uzunluğu ile yaşlılık arasında doğrusal bir ilişki olduğunu keşfetmişlerdi. Yaşlanma ile birlikte hücrelerimiz bölündükçe bu telomerlerin de kısaldığını göstermişlerdi. Yani biyolojik yaşımızla telomer uzunluğu arasında önemli bir ilişki var. Nature Genetics dergisinin 7 Şubat sayısında yayımlanan makalede, bahsettiğim bilim insanları üçüncü kromozom üzerindeki belli bir DNA diziliminin, telomer kısalması ile bağlantılı olduğunu buldu. 2917 kişinin DNA ları üzerinde yaptıkları karşılaştırmada belli bir dizilime sahip insanların telomerlerinin o dizilime sahip olmayanlarınkinden daha kısa olduğunu buldular. Araştırma sonuçlarına göre bu dizilime sahip olanlar yaklaşık 3.6 yıl daha hızlı yaşlanıyorlar. Toplumda bu DNA dizilimini taşıyanların oranının yaklaşık %7 olduğunu bildiren bilim insanları aynı dizilimi iki adet taşıyan (her bir genimizin biri annemizden diğeri babamızdan gelen iki kopyesi olduğunu hatırlayın) kişilerin biyolojik olarak 7 veya sekiz yıl daha hızlı yaşlandıklarını belirtiyorlar. Aynı araştırma grubu daha önceki bir çalışmalarında telomer uzunluğu ile kalp rahatsızlıkları arasında bir ilişki bulmuşlardı. Bu son çalışmada elde ettikleri sonuçlar biyolojik yaşın kronolojik yaştan daha önemli olduğunu, belli DNA dizilimlerini taşıyan insanların daha hızlı yaşlandıklarını ve bu nedenle yaşa bağlı olarak ortaya çıkan kalp rahatsızlıklarına çok daha erken yaşlarda yakalandıklarını gösteriyor.
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisinin Nisan 2010 sayısı için bu günlerde kaleme aldığım “Kişisel Tip” adlı yazımda konuyu daha detaylı bir şekilde irdeliyorum.